Archive for Kasım 2008
Belleğe Hücum
Karbonizma 4GB’lık Toshiba USB bellek veriyor.
Ben de katılayım istedim.
Neyim, nerem eksik ki?!? 🙂
Blogumda da yer vereyim istedim ki şansımı ikiye katlarım, usebeyi kaparım :)))
Hadi iyi şanslar bana.
She’s Mine!
Çok sevmeyeceksin mesela
O daha az severse kırılırsın
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden
Çok sevmezsen, çok acımazsın
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbirşeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de birşeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
”O Benim” diyeceksin,
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de birşeye ait olacaksan,
Renklere air olacaksın.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Güzel söylemiş Can Yücel.
Ancak nasıl sahiplenmem ben herşeyi.
İlla ki birşeye sahip olmamam diye birşey yok.
Herşey benim olmalı. Daha fazla şey sahiplenerek kendimi geliştirmeliyim.
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri nasıl sahiplenir ki insan? Absürd!
Ucunda pragmatik bir çıkar ya da kolaycı bir fayda olan bir şeyi sahiplenebilirin ben.
Pahalı marka gömleğimi, kazağımı ve livays pantolonumu sahiplenebilirim ben.
Arabamı sahiplenebilrim. ABS, EPS, GPS özellikleriyle daha da sahiplenebilrim arabamı.
Gökyüzünü nasıl sahipleneyim?
Evimi sahiplenirim. Dekore ettiğim, boyayıp süslediğim her köşesini sahiplenirim.
Hatta bir de köpek yavrusu alırım.
İçimdeki bitmez tükenmez açlığı bastırmak için onu herşeyden daha çok sahiplenirim.
Haaaa, bilgisayarımı mesela, onu o kadar çok severim ki,
Onsuz yaşadığımı hissetmem mesela.
Gökkuşağı da neyin nesi? Mantık neresinde?
Bir de insanları çok fazla sahiplenirim.
Şu benim sıkı dostumdur derim,
Bununla aynı okulda okuduk diye söylenirim.
Bizim adamdır diye devam ederim.
Kadınlara hele o kadar sıkı bağlanırım ki, ellerimi ayaklarımı unuturum.
Ayaklarımın farkına vardığımda ise, ellerimin boş olduğunu anlarım.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Çok şeyi severim, birçok şeyi de sahiplenirim.
Yoksa kendimi yalnız ve boş hissederim.
Kuzey Yıldızı da neyin nesi?!?
……………………………………….
Evet! Nedir Bu?
Neden?
Nedensiz, açıklamasız…
Ufak bir ‘üstünü çiziktirmeyle’ Can Dündar’ın ”Mustafa” filmini ertelediler. Şu an itibarıyle filmin bir saatini görmüş olacaktım.
Aklıma çok çeşitli senaryolar geliyor. Düşünmek istemiyorum. Daha doğrusu o kadar olumsuz yaklaşmak istemiyorum olaya.
Umarım birileri düğmeye basıp gösterimi durdurmamıştır. Dahası, ”Mustafa” filmi Kinomania Film Festivali kapsamında geliyordu. Ancak artık festival programı dahilinde de görünmüyor.
Gerçekten çok garip ve sinir bozucu bir durum.
”Mustafa” yerine Barcelona’yla ilgili bir film olacakmış. İyi de ben kendimi ”Mustafa”ya odaklamışım.
Olmaz… Uymaz…
Umarım tatmin edici bir açıklama gelir yetkililerden.
Yetkili, etkili, metkili…
Kızdım biraz.
Bir yerden bulur yine izlerim ama mesele o değil!
Öyle değil mi?
Kış Olacaksa, Kar Bir An Önce Gelsin
Kış geldi zaten.
Hergün olmasa da arada sırada kemiklerimde hissediyorum havanın soğuk azizliğini (akşamları özellikle).
Sofya, Vitosha Dağı‘nın eteğinde soğuktan zaten nasibini almakta. Hava çok soğuk değilken bile şehrin üzerinde bulutlar dolaşır sürekli. Benim sevdiğim bir iklim aslında. Arada güneşe de hayır demem tabi.
Sofya‘nın eğri tarafı soğunun kuru olması. Kurutan ve içinizdeki enerjiyi söken bir rüzgarı vardır Sofya kışlarının.
Kar özlemim de bundandır. Hiç olmazsa karlı bir kış yaşayalım ki çocukların kardanadam heyecanları, bağırış ve cağırışlarıyla, dağ-kır kış yürüyüşleriyle kışın tadını çıkarmaya başlayalım.
Siparişle olmuyor herhalde. Olmadı dünya biraz daha hızlı dönmeye başlasın. Böylece, aşırı hızdan hissedilen hava akımları da daha güçlü olur, bize daha fazla kar olarak yansır diye hayal ediyorum, bu hayalimi de hiçbir teknik bilgi ve veriye dayandırmıyorum 🙂
Dünya daha hızlı dönecek de ne olacak? Hızlı yaşlanma, depresyon sorunları, yeme-içme alışkanlıklarının değişmesi, vesaire, vesaire… Yok istemez! Doğal olsun, adam gibi gelsin güzelim kar.
Herkes kayak takımlarını hazırlamış Bansko‘ya, Pamporovo‘ya ne zaman gideceğiz bekleyişinde.
Aslında, kar yağdığında şehirler trafiğiyle ve pisliğiyle altüst olur.
Ancak karın getirdiği genel bir temizlik havası vardır – uzun sürmese de. Kışın kara örtüsünü getirdiği temiz ve hijyenik havayla hemen kapatıverir.
Karın üstinde yürümek te bambaşkadır…
Kar iyidir. Temizlik ve saflıktır benim için.
Kirlendiğinde hemen kayboluverir. Dayanamaz özünü yitirmeye.
Kışın temizliğini, saflığını ve özünü sabırsızlıkla bekliyorum!
Çılgın Yüreği
”Mustafa” adında bir film çıkar ortaya.
Bilen bilmeyen, daha da kötüsü izleyen izlemeyen yorumlar filmi.
Filmi yazan ve yöneten son derece değerli gazeteci-yazar Can Dündar‘a kalp krizi geçirtecek türde tartışmalar, suçlamalar ve karalamalarla karşı göğüs germek zorunda kaldı kendisi.
Kendisine olan inancımı ve güvenimi asla yitirmeyeceğime inandığım kişidir Can Dündar.
Yakın çevremden bile sert eleştiriler alması ola beni hayal kırıklığına uğrattı fakat, bu C. Dündar’ın, sözümona, satılık olduğu anlamına asla gelmezdi.
Bugunkü köşe yazısını okudum Milliyet‘te.
Turgut Özakman‘ın ‘Mustafa’ya karşı olan tavrından bahsediyordu.
Camiadan, alakalı alakasız herkesten aldığı yıkıcı eleştirilerden oldukça bıkmış olacak C. Dündar ki Turgut Özakman‘ın filmi izlemesi, yorumlaması ve eleştirmesi C. Dündar için yeni bir umut ışığıydı resmen.
T. Özakman’ın torunu hoşlanmamıştı ‘Mustafa’daki sigaralı M. Kemal‘den. Turgut Özakman bunu dile getirdiğinde, C. Dündar‘ın gayet ilginç bir cevabı var. Bu cevabı da C. Dündar’ın yazısında bulursunuz artık.
Millet olarak Türk uygarlığının sağlıklı devamını istiyorsak Çılgın Türkler seviyesinde atik, zeki ve hürriyetçi olmalıyız. Kalıplarla ve yasaklarla M. Kemal imgesinin kalbimizdeki yerini oynatamayacaklar.
Can Dündar’ın sağlam duruşunda bir kez daha cesaretlendim bu cesareti bir daha elden bırakmamacasına.
P.S: Kinomania film festivali kapsamında 24 Kasım’da ‘Mustafa’yı izleyebileceğim Sofya’da. Bulgar dostlarımla izleyeceğim filmi. Sofya‘daki Türk nüfusunda ise ufacık bir heyecanlanma bile yok…!
Ateşle Yaklaşma!
Senelerden 2005.
Bulgaristan‘ın nadide okullarından (benim üniversitem tabi ki :D) birinin bulunduğu Blagoevgrad şehrinin merkezine yakın ancak hafif de dışına konuşlanmış bir öğrenci yurdu. Yurdun adı pek sık rastlanan türden değil. Skaptopara!
Wikipedia‘nın dediğine bakılırsa, bizim Skapto diye bildiğimiz Skaptopara, Blagoevgrad’ın Antik Trakya devrindeki adı.
Resimde görülen çöp kutuları da bendenizin nadide(!) odasından seçilen manzaralardan bir tanesi. Aslında bir çok ilginç ve hoş manzaraya hakim bir konumdaydık yurtta.Fakat, güzel olanlarını paylaşmama sebebim sıkıcı olmalarıdır 🙂
Mevcut resmimizde görünen keçiler civarda oturmakta olan ahı gitmiş vahı kalmış bulgar ninelerinden bir tanesine ait. Hergün bizim yurdun civarını ziyaret eder, keçileri otluk alana bırakır, kendisi de başka bir ninenin yanına çöküverir, muhabbete başlarlar. Arada sırada karton ve plastik şişe toplayıcılığıyla da uğraşsalar, genel amaçları boş zamanlarını sosyalleşerek geçirmek olduğuna eminim.
Benim de boş(!) bir anıma denk gelmiş ki böyle bir resim çıkmış ortaya.
Resimdeki enstantaneyi yaratan ilginç ayrıntılardan bir tanesi de çöp konteyner üzerinde Bulgarca “НЕ ПАЛИ”(Ne Pali), ”Ateş Yakmayın” ibaresidir. Daha da enteresan olanı, muzip gençlerden biri yazmış olsa gerek, ”Ateş Yakmayın”ın hemen yanındaki ”SEX” yazısı.
Alakadan tuzu, karabiberi ve maydanozu esirgemeyen bir yaratıcılık örneği!
Önemli bir ayrıntıyı atlamaya gelmez. Keçiler, çöp konteynerlerinin arkasında görünen otlak alanda doyunmakla meşgullerdi genelde.
Karton kağıdı ya da plastik yiyebileceklerine dair herhangi bir bilgi mevcut değil henüz.